Vincent van Gogh’un (1853-1890) sanatına psikanalizci çözümleme yöntemini uygulayan kuramcıların tezlerine göre onun tüm yaşam öyküsü ve tüm göstergeleri ile sanatı, ölü doğmuş abiye karşı suçluluk fantezisi üzerine temellenmiştir. Bu tarz bir okuma ile Van Gogh’un sanatının anlamı bir psikoza işaret etme ile sınırlandırılır. Oysa sanat eserlerine uygulanacak yöntemler bizi eserdeki anlama yaklaştırmalıdır, psikolojik gerçeklere değil. Hastalığı hakkında öne sürülen çok sayıda spekülatif yorum da bir bilgi kirliliği yaratarak çılgın-dahi mitini kuvvetlendirmiştir. Böyle bir yaklaşımla sanatçının eserleri karanlık, karamsar ve kaotik olarak değerlendirilir. Van Gogh’un eserleri, tüm bir yaşam öyküsü ve yazıları ile birlikte ele alınmalıdır. Kullandığı simge dili deşifre edilmeyi bekleyen hazine sandığı gibidir. İnanç ögeleri ile kurulu iç dünyasından hareketle Vincent’ın eserlerini arketiplerle okumak bambaşka bir tabloyu gözler önüne serecektir.
Theorists, applying psychoanalytic analysis, depict Vincent Van Gogh’s (1853-1890) entire life and art to be founded on a guilt fantasia based on his stillborn brother. This approach is limited with assigning a meaning of Van Gogh’s art to a psychological condition such as psychosis. However, methods that will be applied to analyse artwork should reveal their meaning, rather than the psyche of the artist. Numerous speculative comments about his disease has created information pollution and strengthened the myth of “mad-genius”. Van Gogh’s work can only be considered as dark, pessimistic and chaotic with psychological analysis techniques. Like other artists, his works should be contemplated taking his life story and writings under consideration. The symbolic language he used is like a treasure chest waiting to be deciphered. Reading his work considering archetypes will reveal a completely new picture as Vincent’s inner world which has strong connections with elements of faith.