Dijital çağda bireylerin, özellikle travma ve adaletsizlikle ilgili kişisel deneyimlerini ifade etme biçimleri önemli ölçüde dönüşmüştür. Dijital aktivizmin dönüm noktalarından biri olan #MeToo hareketi hem sözlü ifadelerin hem de sessizliğin direniş ve dayanışmanın etkili araçları olabileceğini ortaya koymuştur. Bu çalışma, #MeToo hareketinin dijital söyleminde sessizlik, anlatı boşlukları ve simgesel yoklukların nasıl iletişimsel stratejiler olarak işlev gördüğünü incelemektedir. Araştırmada, Twitter ve Instagram'da kamuya açık 60 sosyal medya paylaşımı nitel söylem analizi yöntemiyle incelenmiş; üç temel iletişim pratiği belirlenmiştir: parçalanmış anlatılar, simgesel sessizlikler ve duygusal boşluklar üzerinden kurulan duygusal topluluklar. İletişimsel sessizlik, duygusal topluluklar ve anlatıdaki anlam üretimi kuramları çerçevesinde yürütülen bu araştırma, dijital aktivizmde yalnızca açık ifadelerin değil, bilinçli yoklukların da güçlü bir söylemsel araç olduğunu ortaya koymaktadır. Bulgular, özellikle feminist ve travma temelli dijital hareketlerde, sözlü olmayan, simgesel ve duygusal temelli iletişim pratiklerinin iletişim kuramlarında daha fazla dikkate alınması gerektiğine işaret etmektedir.
In the digital age, the ways in which individuals disclose personal experiences, particularly those related to trauma and injustice, have evolved significantly. The #MeToo movement, as a landmark instance of digital activism, has demonstrated that both speech and silence can serve as potent modes of resistance and solidarity. This study examines how silence, narrative gaps, and symbolic absences function as communicative strategies within the #MeToo movement’s digital discourse. Drawing on a qualitative discourse analysis of 60 publicly available social media posts from Twitter and Instagram, the research identifies three dominant communicative practices: fragmented narratives, symbolic silences, and emotional gaps fostering affective publics. Findings reveal that survivors often employed narrative fragmentation to maintain agency while inviting empathetic engagement; symbolic acts, and affective expressions communicated solidarity through emotional resonance rather than detailed disclosure. The findings contribute to expanding dominant models of communication to better account for non-verbal, symbolic, and affect-driven practices.