Sınır olgusu, tarım devriminin yol açtığı zemin üzerinde kurulan ilk kent devletlerinden modern uluslararası ilişkilerin başat aktörü ulus-devlete kadar devrimci nitelikteki üç önemli aşamadan geçerek gelmiştir. İlk devletlerin kurulduğu MÖ 4.000’e kadar hâkim toplumsal form olan ilkel toplum, ilk devletlerin tarih sahnesine çıkması ve onu müteakip kurulan imparatorluk yapılarının dünyaya yayılması neticesinde bu yapıların sınır boylarında ve uçlarında var olmaya devam ederek günümüze kadar devam eden bir yaşam biçimini oluşturmuştur. İmparatorlukların esnek, mutlak olmayan, dağ, çöl ve göl gibi doğal yapılarla veya tahkim edilmiş askeri bölgelerle tanımlı sınır boyları, imparatorluk mantığının fetihçi ve yayılmacı mantığından ötürü sabitlenememiş ve geçişken bir nitelik arz etmiştir. Bu yayılmacı mantığın sonucu olarak imparatorluk kurumu, merkez ve çevre yapıların işbirliği ve iktidar paylaşımına dayanan çok dilli, çok dinli ve çok etnili bir yapı olagelmiştir. Öte yandan, ulus, sınır ve hudut gibi modern çağa ait olgular, imparatorluk birimlerini yerini alan, siyasal olanın ulusal olana eşitlendiği yeni bir toplumsal, iktisadi ve siyasal formasyonda, yani ulus-devlette bir araya gelmiştir. Bu da, mutlaklaştırılmış ve kesinleştirilmiş ulus-devlet hatlarının ezel-ebet olmadıkları ve tarihsel olarak inşa edildiklerini göstermektedir.
The phenomenon of border has witnessed three revolutionary stages on its historical evolution from the first city-states to the modern nation-state. Primitive societies which had been the dominant social form till 4000 B.C. (and continues to constitute a way of life) started to live within the frontiers of empires once they replaced city-states. Empires’ frontiers couldn’t be fixed and maintained a transitional characteristic because of the fact that the logic of imperium relies mainly on conquests and expansions. And also frontiers are flexible, indefinite and reinforced mostly with natural barriers such as mountains, deserts and lakes. As a result of expansionist policy empires manifested a multireligious, multilingual and multiethnic structure where center and periphery components cooperated and shared power. On the other hand, modern phenomena of nation-state, border and boundary has come together in a new social formation where nation is equalized to what is political. This shows us that absolute and definitive lines of nation-state are not eternal and indeed they are historically constructed.