Osmanlı Devleti, başta idarî ve mali bakımından olmak üzere özellikle Ekonomik, Askeri ve Eğitim alanlarında en az 500 yıl öncesinden beri daima Batı’nın takip ve kontrolü altında kalmıştır. Eğitim kurumlarının, bir ülkenin güçlenmesi ve kalkınmasında, kendi kültürü ve tekniklerinin nesilden nesile aktarılarak sürekliliğin sağlanmasında ve hatta insanları devamlı değişen hayat şartlarına hazırlamada değerli bir rolü vardır. Bu gerçeğin farkında olan Tanzimat Dönemi Osmanlı Devleti yöneticileri, var olan eğitim kurumları içinde üzerine düşen işlevleri layıkıyla yapamayanların tespiti, diğer yandan da çağdaş okulların kurulması yönünde etkin faaliyetler gerçekleştirmesi için çalışmalar başlatmışlardır. Yirmi milyon kilometre kareye yaklaşan Osmanlı Devleti değişik etnik gruplara mensup topluluklardan meydana gelmekteydi. Bu guruplar yönetim tarafından asla etnik kökenleriyle değerlendirilmiyor, inançları ve bu inançları kapsamındaki mezhepleri anlamında ‘millet’ olarak nitelendiriliyorlardı. Bu dinî topluluklar kendilerine ait dilleri konuşmalarının yanında, tercih ettikleri din ve eğitim kurumlarını kurabilmeleri anlamıyla da öz değerlerini korumakta serbest bırakılmışlardır. Hemen bütün azınlıklara tanınan bu özgürlükler din ve vicdan hürriyeti, eğitim ve öğretim alanına da geniş biçimde yansımıştır.
The Ottoman State has always been under the supervision and control of the West since at least 500 years ago, in the fields of economic, military and education, especially in terms of administration and finances. Educational institutions have a valuable role in the strengthening and development of a country, ensuring continuity by transferring its culture and techniques from generation to generation, and even preparing people for ever-changing living conditions. Considering this situation, Ottoman administrators of the Tanzimat era initiated important activities for the correction of those who cannot perform their duties properly within the existing educational institutions and established modern schools. The Ottoman State has consisted of various ethnic communities with approximately 20 million square kilometres area. These groups were never considered by the administration with their ethnic origins but were regarded as a nation in the sense of their beliefs and sects within their beliefs. These religious communities were free to speak their language and to preserve their religious and educational institutions and culture. The freedom of religion and conscience given to almost all minorities was reflected in the field of education and training.